
İsimsiz, Şenay Kazalova, 2007.
Baksı Müzesi, 2016.
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu
- 18. yüzyıldan itibaren, ötekilik ve farklılık fikri, sömürgeleştirilen ülkelerin ve tebaa konumundaki halklarının ikincil statüsünü tanımlamak için emperyalist bakış tarafından üretilmiştir. Geçmişte sömürgeleştirilen ülkelerin Batı toplumlarıyla eşit statüye kavuşma çabaları olarak karakterize edilen post-kolonyal ya da post-emperyal kavramı küreselleşme ile yakından ilgilidir ve bu süreç devam etmektedir.

Shelter (Ad Example), Manfred Erjautz, 2012.
Art International 2015, İstanbul.
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu
- 1820’li yıllarda Hegel, Afrika’yı doğanın tutsağı, zamanın durmuş olduğu, evrensel tarihe girmemiş bir kıta olarak tanıtır. Bu tanım, Avrupa toplumlarını doğaya boyun eğmekten kurtulmuş, yani tarihi toplumlar olarak niteler.
- Afrikalı önemli kuramcı Achille Mbembe’ye göre Modern çağda Afrika, Avrupa’nın “Büyük Öteki”si olmuştur. Bu kıta, Batı’nın kendi bilinçaltına ulaşmasını ve kamusal olarak öznelliğinin farkına varmasını sağlayan aracıdır. Avrupalı bireyin özne olma şartı, Afrikalı bireyin, hayvanlıkla insanlık arasında bir yerlerde kısılıp kalmış, özne olmayan bir halde kalmasıdır. Sömürgeleştirme ve özneleştirme birlikte düşünülmesi gereken iki süreçtir.
- Batılı olmayan sanat, 20. yüzyılın başlarında Batılı Avangard sanat üzerinde önemli bir etki yaratmıştı. Sömürgeciliğin bir sonucu olarak, sömürgelerden Batı’ya akan objeler, sanatçıların stüdyolarında, etnografik ve antropolojik koleksiyonlarda yer buldu. Bu objeler, orijinal bağlamları ve amaçlarından kopuk, primitif olarak değerlendirildiler. Primitif kavramı, negatif anlamda kullanıldı. O dönemde Batılı olmayan kültürler öteki olarak görülmüş, Avrupalı değerlerin ve anlayışın dışında kabul edilmiştir.
- Global değişim ve kültürel farkındalık hakkında daha geniş değerleri ve fikirleri kucaklamak Postmodernizm ile başladı. Sanat ve kültür tarihlerinin değerlendirilmeleri, Avrupa merkezli bakış açılarını sorgulama ve daha önce ötekileştirilen sömürgecilik öncesi ve sonrası kültürleri, egemen Batılı fikirler ve değerler üzerinden değil, kendi başlarına değerlendirilmesi gerektiği kabul gördü. Sanat eserini, kendi kültüründeki köklerini göz önünde bulundurarak değerlendirmenin uygun olduğu düşünülür oldu.
- Gördüğümüz şeye tepki verirken kültürel farklılıklara saygı göstermek ve dikkat etmek, imajlar üretmenin ve sunmanın gerisindeki farklı gelenekleri ve motivasyonları bulmak önemsenmeye başlandı..

Baraltja, Djambawa Marawili, 1998.
Ağaç kabuğu üzerine, doğal toprak boyası yapılmış bu eser, Avustralyalı bir sanatçıya ait. Eser, İstanbul Bienali 2015 kapsamında İstanbul Modern’de sergilendi.
Batılı sanat geleneğine ait olmayan; imgelemi ve üretim araçları geleneklerden beslenen; anlatısından ziyade, çalışmanın kendisinin süreçleri ve dokularına odaklanılan; ülkesinin sömürgecilik öncesi tarihinde sanat yapmaya atfedilen değerler ve anlamlara dikkat çeken, doğal nesneleri temsil eden bir eser.
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu

Yine Avustralya’dan bir ağaç kabuğu resmi. Yapıt, 1998 yılına, Gawirrin Gumana’ya ait.
Her iki ağaç kabuğu resminde de bir resimsel derinlik ve formların üç boyutluluğunu oluşturma çabası söz konusu değildir.
Birçok sanat objesi aslında son derece gelişkin ve süreklilik arz eden görsel geleneklere aittir. Ait oldukları yere ve kültüre bağlı olarak, bu tür objeler, dekoratif, işlevsel, dini ve törensel anlamlar da barındırabilir.
Bu iki esere aynı zamanda ekolojik sanat örnekleri olarak da bakabiliriz.
Fotoğraf: Füsun Kavrakoğlu
- 1989 yılında Paris’te Centre Georges Pompidou’da gerçekleştirilen Yeryüzünün Sihirbazları adlı sergi, sanat dünyasında çokkültürlülükle ilgili tartışmaları alevlendirmişti. Batılı ve Batılı olmayan kültürlerin ürünlerini bir araya getiren sergi, öteki kültürleri yine egzotik birer örnek gibi sunduğu için eleştirilerin hedefi olmuştu.